Pazar, Şubat 12, 2006

Michel Gondry

Herşey zıttıyla mı var? Peki öyleyse zıtların birbirini tamamlamasında ortaya ne çıkıyor? Başa mı dönüyoruz yoksa. Oo,ha-yııır! Kendini Satürn sanan bir sanatçının, her halkasına işlediği hikayeler imkansız gibi görünüyor. Gerçek hayatla rüyaların buluştuğu paradokslar dünyasının sakini Michel Gondry, ‘Ne olursan ol, dön!’ diyor.. Herşey bu büyük döngünün içinde. Bitmez tükenmez bir girdaba girip çıkıyoruz. Yaşadığımız olayların tecrübe mi yoksa anı mı olduğu üzerine düşünebiliyoruz. Sonrasında yaşanan tüm kötü olayları tecrübe, güzel olayları da anı olarak adlandırıyoruz. Hümanist bir yapının kendine olan saygısı da burdan gelir. İyi ve kötü yanlarını ayırır ve ikisine de özgürlük verir. Demokratik bir şekilde yaşatır. Çünkü insan için hep bir iyi yanı vardır işin, bir de kötü yanı. Sizce de böyle mi durum? İnsanlar bu şekilde kendi içlerinde yaşadıkları ayrımlarla ömürlerinin çoğunu harcıyorlar. Evrenin döngüsü içinde böyle kirletilen bir yapı olmamız ise çok garip. Sürekli bir değişim, dönüşüm içindeyiz. Öte yandan, iyi ya da kötü diyemeyeceğimiz kadar anlamsız bir durum. Gelecekle boğuşmak bu mesafeden çok zor olmalı. Şu an aklımızdan geçenleri, henüz yaşanmamış bir zaman dilimiyle örtüyoruz. Aslında bunu yapmamayı tercih eden insanların da sayısı azımsanmayacak kadar fazla. Kendi döngülerini izleyerek zamanlarını geçiren sanatçılarıdan biri de Fransız yönetmen Michel Gondry. Kendisi Björk kliplerinin yönetmeni olarak da biliniyor. ‘ Eternal Sunshine of the spotless mind ’ filmi ile de kendini iyice tanıtmış oldu sanatçı. Kendi tarzını en iyi yansıtan yönetmenlerden biri. İlk görüşte ona ait olduğunu anlayabileceğiniz bir çok başarılı eseri var Gondry’nin. Birkaç örnek durumu daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır. Daft Punk için, iskeletler ve balerinlerin aynı platformu şenlendirdiği ‘Around the World’, The Chemical Brothers için bir kızın zamana karşı gün içinde geçirdiği değişimi anlatan ‘Let Forever Be’ ve ‘Kylie Minogue aynı yerden beş defa geçtiğinde neler yaşanıyor?’ sorusunsalını anlatan ‘Come into my World’ kliblerini çekiyor. Bunlar sanatçının yaklaşımını en net ifade eden çalışmaları. Paradokslara olan bu yaklaşımının nedenini rüyalarından çıkarıyor Michel Gondry. Çektiği kliplerin çoğunu rüyalarındaki hikayelere oturtmayı tercih ediyor. Yatağından kalkıp detayları izleyiciye olduğu gibi sunuyor. Ne iyiyi ne de kötüyü düşünüyor. Varolan durum içinde her ikisinin de bulunacağını biliyor ve bunları ayırmıyor. Her türlü detay düşünülmüş, her karenin daha önceden hesaplanmış olduğunu hissediyorsunuz. Bu kadar şeffaf bir zeka karşısında, balonunu kaçıran kuşa bakan çocuk gibi seyrediyorsunuz çalışmalarını. Jim Carrey, Michel Gondry’nin ‘sürekli düşünen, insanların tam olarak anlayamadığı ve sürekli etrafta dolanan’ insan olduğunu söylüyor. Aynı zamanda imkansız diye bir kelimenin de dağarcığında yer almadığını. Kamerasıyla anlattığı tüm hikayelerde maceraperst ruhunu bir tek soruya yoğunlaştırıyor, ‘Denemeden nasıl bilebilirsin?’. Bu soruyla yola çıkıp istediği neyse onun doğrultusunda ilerliyor, hiçbir şekilde de yolundan sapmıyor. Hayalperest bir idealist!. Sıradan hayaller değil üstüne üstlük. İnsanın büyükbabası dünya dışı seslar çıkaran bir synthesizer hediye ederse tabi gidişatın çümbüşünü tahmin de edebiliyoruz. İlerki yaşlarda ‘Oui Oui’ adında bir de grup kuruyor, daha da ilerleyen yıllarda ise bu gruba klip çekiyor. Hangi sanatsal disipline el atarsa, bir diğerini de mutlaka beraberinde sürüklüyor. Herşeyi üstüste yığmanın bile bir güzelliği olduğunu biliyor Gondry. Onun eserlerini izlerken gelen her görüntü, sonu biraz daha heyecanlı kılıyor. Çünkü hissediyorsunuz, bu görüntülerin bir şeylere yol açacağını ama bunun nasıl olacağını bilmediğinizi hissediyorsunuz. Enterasan bir merak ve son. Godet’i beklerken yaşananları bir de Godet gelirse nasıl yaşanacağını çok iyi betimliyor Gondry. Ve sürpriz son; Godet gelirse eğer herşey başa dönüyor. Muazzam bir dizin seyrediyorsunuz. Hikayelerin başarısı sürükleyiciliği de üst seviyelere çekiyor. Bir klip izlerken dahi kendinizi beyniniz kulağınızdan akmış bir şekilde bulabilirsiniz. Trendeki camdan sabit bir açıyla bakıp, geçen görüntüleri seslerle karıştırabiliyor. Bunu bir de The Chemical Brothers çalarken yapabiliyor. Yüksek performansdaki yüksek uyum sizi olduğunuz yere çiviliyor. Bir yerden atlarcasına içine giriyorsunuz görüntülerin. Hiçbir hareket sizin kontrolünüzde değil, ama biliyorsunuz ki güzel bir son var. Roller coaster’a binmek tam tabiri olabilir bu duygunun. Tamamiyle mekanik, her türlü güvenlik önlemi var ve fakat siz bu yolculukta huzursuzluktan tad alacağınızı biliyorsunuz. Yaratım ve üretim bandındaki her ürüne paradoks deseni seçiyor sanatçı. Hiç bitmeyen bir son olarak da renkleri desene aktarıyor. eserleri hipnoz için kullanılan renkli birer spiral sanki. Bu çalışma tekniğiyle de kafasındakini izleyiciye görsel ve zihinsel bir şölen olarak veriyor. Michel Gondry sizin için tasarlıyor, pişiriyor ve en güzeli, servisini de kendi elleriyle yapıyor. Eğer başka boyutta kaybolacak başka bir Alice daha varsa, kendisi Gondry’nin ellerinde bekliyor.

1 yorum:

videodreamproject dedi ki...

selam,
ne kadar lezzetli ve lokum bir anlatim...
bir solukta okudum.
butun yazilariniz oyle :)

saygilar,