Cuma, Mart 03, 2006

Telefon Tel Aviv



Ve gökten üç nota düştü: Telefon Tel Aviv

Kendinizi hiçbir zaman hazır hissetmeyeceğiniz bir oyuna dahil oluyorsunuz. Bir dakika öncesi ya da bir yıl sonrasındam çok uzaklarda, bir rüyaya uyanmak üzeresiniz.

Karmaşanın içine itmişiz kendimizi, bir o yana bir bu yana koşuşturmaktayız. Ne için olduğunu çoktan unutmuş bünyeyi yıpratmaktayız. Bu kalabalıkta bulunup bir anlık sessizliğe ve sakinliğe aç bırakıyoruz kendimizi. Hep istiyoruz ki soyutlanalım bu dünyadan, uzay olalım. Peki ‘uzay olmak’ için ne gerekli bize? İçki, uyuşturucu, psikolog hatta nörolog mu? Elbette hayır. Bunlardan önce bizim elimizde herşeye ilaç olabilecek bir güç var. Ruhun gıdası dense de ruhun şifacısı müzikle iyileştiriyoruz yaralı bölgelerimizi. Nasıl bir yer hayal ediyorsak fonda olması gereken müziği de dinliyoruz hemen, sakinleşiyoruz. Kulaklıklarımızı takıp tüm bu kalabalık içinde kendimize bir yer ayırıyoruz. Her parçada ayrı bir dünyevi tad buluyoruz. Müziği artık daha çok ‘kullanıyoruz’. Aynı anda hem burda hem de uzayda olabilmek için.

Bir rüyaya uyanıyoruz Telefon Tel Aviv ile. Kalabalığın içinden sıyrılıp bir anda kendimizi başak tarlalarının içinde buluyoruz. Boyumuzdan uzun, sakin rüzgarda salınan milyonlarca başak arasında görevimiz siyah bir misket aramak. Jung’un değimiyle akretipimiz gölgelerimizi toplayan ufacık bir küre. Gerçek dünyada kendimize yakıştıramadığımız her türlü davranışımız, düşüncemiz bu kürede saklı. Kendi şeytanımızın adını anmaktan korktuğumuz için hepsi kürede patlama anını bekliyor…Yola koyuluyoruz müzikle beraber. Öyle ki müzik itiyor bizi. Tarlada süzülüyoruz resmen. Telefon Tel Aviv’in her notasıyla uzaklaşıyoruz bünyeden de. Astral mod’a geçmiş bulunuyoruz. Kendimizi isteksizce savurduğumuz gölgelerimizden sıyrılmaya başlıyoruz. İlerlemek için biraz daha güç gerekli. İnsanın kendisiyle yüzleşmesi kolay değil. Bir parça daha geliyor o sırada. İşte, ilerde bir karartı var. Ufuk çizgisinin de üzerinde bir karartı yükseliyor tüm tarlaya. Korkuyoruz, gelen her nota biraz daha yüzeye çekiyor karartıyı. Lakin karartı arttıkça bizim de cesaretimiz artıyor onunla karşılaşmak adına.

Bir yudum nota daha içiyoruz ‘Map of What is Effortless’ albümünden. Tam o sırada da ‘I lied’ çalıyor. Bunun da utancını yükleniyoruz sırtımıza. Kararlıyız, karşılacağız küreyle. Tarlanın üzerinde glitch tonlarla bezenmiş bir rüzgar esiyor karartıya doğru. Böylece anlıyoruz ki yalnız değiliz. Başak tanelerinden bir uğultu Telefon Tel Aviv vasıtasıyla yanımıza geliyor ve diyor ki:

‘Korkma tatlım, neden bu kadar üzüyorsun ki kendini? Kendinden korkacak kadar…’

Bu kadar. N’olduğunu anlıyoruz. Uzun zamandır kendimizi boşluğa bırakmışız. Yabani kaçıyoruz kendimize. Bu soru beynimizde dolanırken, her farkındalık bir güç veriyor bize ve devam ediyoruz yola.

Yolumuz gittikçe kısalıyor. Fakat ufuk çizgisi hala ufuk çizgisi, karartı hala aynı karartı. Gittikçe de büyüyor. Notalar arttıkça hem cesaretimiz hem karartı artıyor. Bu kadar belirsiz bir yolda karşı karşıya bulunan iki araç da biziz. ‘Ben’ düşüyor aklımıza. ‘Madem benim karşı tarafraki, bulabilirim kendimi’ diyoruz. Düşünüyoruz. Bu karartıyı nasıl yenmeli? Düşman desek düşman değiliz kendimize; sadece biraz ilgisiz bırakmışız bünyeyi. Tanıdık desek; kabul de edemiyoruz böylesini. En iyisi bir anda kucaklaşmak, belki dostumuz oluruz kendimizin… Karanlık kuzey rüzgarlarını, Amerikadan üflüyor Telefon Tel Aviv. Ben’i de itiyor onu da. Başaklar gitar tellerine ordan da makine dişlilerine dönüyor. Çıkan sesler ve düzenlenen kompozisyonun ahengi sonsuza kadar sürsün istiyorsunuz. Bu savaş’ın hiç bitmemesini, bu karartının hiç gitmemesini diliyorsunuz. Bilmem farkında mısınız ama kendinize yenik düşmek üzeresiniz.

Artık Araf’tayız. Rüyamızı gerçek dünyaya taşımış bulunuyoruz. İstiklal Caddesinin ortasında, tek başına ve sarhoş durup algılamaya çalışıyoruz olan biteni. Toparlanmanız gerek, vakit gittikçe daralıyor…Bir an, bir nota daha düşüyor caddenin ortasına. Kulağımıza götürüp dinliyoruz. ‘Köpükten bir bulutun üstünde yaşıyoruz’ fısıltılarını duyuyoruz. O zaman kendimize geliyoruz işte. Toparlanıyoruz hemen ve gerçeğimizi kabul ediyoruz. ‘Bizi biz yapan herşey duygularımız. İyi ya da kötü diyerek yargıladığımız hislerimiz. Ne gerek var buna, her hissimizi ölçüp biçeceksek neden yaşıyoruz ki zaten!?.’ Bu sefer gerçekten uzaya yaklaşıyoruz. Bir anlık patlamadan sonra da iyice rayına oturuyor düşünceler.

Biriktirdiğimiz tüm notaları gölgemize sunuyoruz birer birer. Evet evet, beyaz delikler görünüyor. Küreden isler karışıyor ufukta. Her nota bir parça daha kaldırıyor toz kütlesini.
İyice yaklaşıp son bir parça daha dinletiyoruz; sıcaklık uzaklaşıyor. Gölgenin altından çıkan ben’i gördüğümüzde, altındakinin sadece çok kırılmış bir dost olduğunu farkediyoruz. Bir zamanlar bir yerlerde unuttuğumuz, belki de bıraktığımız duygularımızı yeniden yaşamaya başlıyoruz. Dünya dışından Dünya’nın seslerini duyuyoruz tam o anda. Telefon Tel Aviv inatla çalıyor. Geri planı süslüyor artık. Sizi içine soktuğu oyunda huzurunu bırakmak için elinden geleni yapıyor. Son bir hamle yapıp kendinizi kucakladığınız anda ise; köpükler dökerek son bir nota daha geçiriyor üzerinizden ve bu rüyadan da tatlı bir öpücükle uyanıyorsunuz.

Amerikalı IDM ikilisi Joshua Eustis ve Charles Cooper 1999’dan itibaren New Orleans’da beraber müzik üretiyorlar. Dört parçalık bir demodan sonra Hefty Records ile anlaşma imzalayan grup, aynı firmadan ‘Map of What is Effortless’ ve ‘Fahrenheit Fair Enough’ adlı iki uzun çalarlar daha çıkartıyor. Arada Apparat ve Nine Inch Nails gibi sanatçılara ait bir çok remikslere de imza atıyorlar. ‘Seven’ filminin yönetmeni Kyle Cooper’ın New Port South adlı filmi için de bir kompozisyon hazırlıyorlar.

Yapım ve yıkım sürecinde çok hızlı ve yetenekliler. New Orleans’ın havasından soludukları hemen anlaşılıyor. Çok az parçada vokal olsa da, kullandıkları vokaller de kendine has tonlara sahip seslere ait. Durgun olarak gözlenen hallerinin asıl nedeni de sürükleyici olmaları. Hız anlayışınız değişiyor. Süreklilik zamanla yer değiştiyor. Şimdiden geleceği tahmin edilebiliyor grubun. Bizi şaşırtıyorlar ve şaşırtmaya devam edecekler. Yeniliklere boğulacağımız kesin. Şu an konserlere ağırlık veren grup kendini nadasa bırakmış durumda. Ancak 2006’nın sonunda bizi bir süprizin beklediğini de belirtmeden geçmiyorlar. Bize de garda beklemek, gene o kalabalıkta müzik dinlemek kalıyor.

:::
http://www.heftyrecords.com/ :::


::: http://www.telefontelaviv.com :::

1 yorum:

myloo dedi ki...

ben bu yazından hicbir yazidan etkilenmedigim kadar etkilendim. ilk is telefon tel aviv edindim dinledim. ve yazini okuyali, muzigi hazmedeli 1 sene gecti, ne kadar haklı oldugunu ve ne dogru tarif ettigini farkedince daha da sevdim. belki kisisel bir yazi, ama boylesi bir muzigi bana anlatabildigi icin, benim favorim.
muzigi anlatabiliyorsun sen. :)