Pazar, Şubat 12, 2006

Peugeot Design | Moovie



Karşınızda 2005 Peugeot Tasarım yarışmasının galibi, indigo araç Moovie

Otomobil teknolojisi de diğer tüm teknolojik sıçramalar gibi, günümüz bilişim çağından nasibini alarak küçük ve doğa dostu formlara yöneliyor. Büyük şehirlerin baş belaları, olmazsa olmaz olarak görülen otomobiller, yer kaplamak ve gösterişten parlamak konusunda da doyuma ulaştılar. Tabi bu doyumu insanlar sağlasa da, zevkimiz ve keyfimize dahil ettiğimiz oyuncaklarımız otomobiller yeni zevk ve tasarımlarla sunuluyor. Özellikle genç tasarımcıları su yüzüne çıkarmaya çalışan tasarım yarışmaları yapılıyor. Günün ihtiyaçlarına göre kriterleşen bu yarışmaların son tutkusu ise çevre dostu ve farklı ancak kullanılabilir tasarımlar. Biliyoruz ki bir çok prototip sadece fuarlarda süs otomobili olarak duruyor. Aslında insanların bu tasarım harikası arabaları almayı istemeyecekleri düşünüldüğünden piyasa sürülmese de, bu araçların artık dünyaya inmesi gerekiyor.


Birkaç saniyede uzaya çıkan tasarımlar

1980’lerdeki tasarımlar, gün içinde gördüğümüzde bizi şaşırtan araçlar olmaktan çıktılar. Ne var ki, bugün yapılanları da bir yirmi yıl sonra görme ihtimalimiz yüksek. Ancak otomobil piyasası da bunu istemiyor. Firmalar konsept araçların piyasaya çıkması için ellerinden geleni yapıyor. Kendine has hatlarını en iyi yansıtan otomobil üreticilerinden Peugeot da son üç yıldır kendi tasarım yarışmasını düzenliyor ve burada alınan sonuçlar doğrultusunda projeler belirliyor. Tabi projeyi sahiplendiklerinden her türlü desteği sağlıyorlar. Örneğin; Peugeot Stil Merkezi’nden uzmanlar sanatçıyla birlikte prototipi hazırlıyorlar. Öte yandan katılacakları fuarlar, ekibi ve geleceğin araçlarını dört gözle bekliyorlar.

Uzun süren çalışma dönemlerinden sonra konsept modeller kusursuz ve insanlara daha cazip geliyor. 2004-05 yılında yapılan yarışmanın da sonucunda böyle doğa dostu ve minik, etkileyici bir araç birinciliği alarak tasarım dünyasına renk getirdi. Portekizli genç tasarımcı André Costa’nın Peugeot Moovie adlı eserinin birinciliği aldığı yarışmada; İngiltere’den David Dewitt, Rococo ve Baroque etkilerle tasarladığı, Peugeot 607 Arabesque ile ikinci; Çin Halk Cumhuriyet’inden Zhonghuayi da hidrojen yakıtlı aracı ZCC ile üçüncü oldular. Tüm araçların iç mekan kullanımı başarılı olsa da,tabi en çok ilgiyi minik yapısına rağmen akıl almaz iç hacmiyle Moovie gördü.

Eklem bacaklı araç Moovie

Elektrikle çalışan bu aracın tekerlek sistemi ise çığır açacağa benziyor. Kapılar ise aracın en gözde aksesuarı. Aksesuar dememizin nedeni de aracın başlı başına bir biblo gibi durmasından kaynaklanıyor. İki kapısı da aslında tekerleğin içine döşenmiş gibi duruyor. Arkada bulunan iki büyük tekerleğin amacı, aracın harcadığı enerjiyi azaltmak ve gücü perçinlemek. Çünkü uzun tekerleklerin alana yaydığı ivmeden dolayı aracın daha az enerji harcamasını sağlıyor. Öte yandan aracın büyük arka tekerleklerine rağmen öndeki ufak oynak tekerler sayesinde 360 derece dönüş imkanı var. Haliyle sürücülerin sıkıntısı park sorunu da ortadan kalkmış oluyor. “U” formuna sahip araç aerodinamik açıdan da başarılı. Tek parçadan oluşan hatlar üzerinde, önden arkaya kadar uzanan cam panel de aracın estetiğini tamamlıyor. Tasarımcı André Costa ‘aracın bu estetiğiyle günlük kullanıma geçtiğinde özellikle bayanların ilgisini çekeceğini, ancak temelden değişen estetik değerlerin herkesi etkileyeceğinden zevkler için bir ayırım yapılamayacağını’ söylüyor.

Bu görüntüsünün altındaki ferahlığa ulaşmak için hiçbir otomobilde olmadığı kadar geniş bir kapı açılıyor. Tekerleğin jantı olarak düşünebileceğiniz bu aslan logosu aracın ön kısmına doğru bir nokta merkez alarak dönüşünü yapıyor. Kapılar yukarı doğru döndüğünde bir mağara girişiyle burun buruna kalıyorsunuz. İki kişilik araçta koltuklar geriye yakın ortalanmış bulunuyorlar. Koltukların önündeki ayaklı panel ise masa işlevi görebilecek kadar kullanışlı görülüyor. Aracın gösterge panelleri de direksiyon arasından görünebilecek şekilde panele monte edilmiş. İki sade yuvarlak içindeki elektronik göstergeler sürücüye her türlü bilgiyi iletiyor. Ancak bu aracın bu hale gelmesinde, genç tasarımcıya yardım eden Peugeot tasarım ekibinin de katkısı esirgenemez. Prototipin kusursuz görünümü için yürütülen süreç herkesi yorsa da verdikleri demeçlerden fazlasıyla keyif aldıkları anlaşılıyor.

Metamorfoz aşamasına itilen aslancık

Cenevre ve Frankfurt Motor fuarları için hazırlıklara başlayan ekibin sadece bilgisayarda modellemeyle geçirdiği süre; üç ay. Bu süreçte bir çok zorlukla karşılaşmışlar. Altı parçaya ayrılan yapı, ayrı kalıplarda çalışılarak sonradan birleştirilmiş. Ariyetten koltuklar, lambalar ve gösterge panelleri de ayrı modüller olarak geliştirilmiş. Koltuklar sağlam ve estetik epoksi malzemesiyle çelik üzerine kaplama sistemiyle hazırlanmış. Polikarbon yapısıyla sağlamlık kazanan araç daha sonra su bazlı poliüretanla boyanmış ve bu sayede ışık için ulaşmak istedikleri ‘dışarıda parlaklık, içerde yumuşaklık’ da yaratılmış oluyor. Teknik bilgilere gelecek olursak aracın tam anlamıyla minimal yaklaşımını da görmüş oluyoruz. Boyu 2,33 m; eni 1,80 m olan aracın yüksekliği ise 1,54 m. İki kişi için gayet ferah bir fanus. Ağırlığı ise sadece 500 kilogram. Bu minik canavarın ışıklandırma sistemi ise tamamen LED’ler üzerinden yürütülmekte. Şehrin içinde seri ve estetik kullanıma öncelik verenlerin tercihi olacağı tahmin edilen Moovie, hybrid ( melez ) yakıt teknolojisine ayak uydurmasının ardından piyasaya sürülmek için karar aşamasına gelecek. Kim bilir artık sokaklarda renkli ve standart form dışında araçlar da görebileceğiz. Uzmanların dediğine göre bu kadar farklı formda araç olursa insanlar sıkılır hatta belirgin şekilde yorulurmuş. Bize göre ise yeniliklerin yoruculuğu çekilir ve keyiflidir. Herkese iyi yolculuklar, vıızzz…

::: http://www.peugeot-concours-design.com/ :::


::: http://www.seriouswheels.com/top-2005-Peugeot-Moovie-Concept.htm :::


Michel Gondry

Herşey zıttıyla mı var? Peki öyleyse zıtların birbirini tamamlamasında ortaya ne çıkıyor? Başa mı dönüyoruz yoksa. Oo,ha-yııır! Kendini Satürn sanan bir sanatçının, her halkasına işlediği hikayeler imkansız gibi görünüyor. Gerçek hayatla rüyaların buluştuğu paradokslar dünyasının sakini Michel Gondry, ‘Ne olursan ol, dön!’ diyor.. Herşey bu büyük döngünün içinde. Bitmez tükenmez bir girdaba girip çıkıyoruz. Yaşadığımız olayların tecrübe mi yoksa anı mı olduğu üzerine düşünebiliyoruz. Sonrasında yaşanan tüm kötü olayları tecrübe, güzel olayları da anı olarak adlandırıyoruz. Hümanist bir yapının kendine olan saygısı da burdan gelir. İyi ve kötü yanlarını ayırır ve ikisine de özgürlük verir. Demokratik bir şekilde yaşatır. Çünkü insan için hep bir iyi yanı vardır işin, bir de kötü yanı. Sizce de böyle mi durum? İnsanlar bu şekilde kendi içlerinde yaşadıkları ayrımlarla ömürlerinin çoğunu harcıyorlar. Evrenin döngüsü içinde böyle kirletilen bir yapı olmamız ise çok garip. Sürekli bir değişim, dönüşüm içindeyiz. Öte yandan, iyi ya da kötü diyemeyeceğimiz kadar anlamsız bir durum. Gelecekle boğuşmak bu mesafeden çok zor olmalı. Şu an aklımızdan geçenleri, henüz yaşanmamış bir zaman dilimiyle örtüyoruz. Aslında bunu yapmamayı tercih eden insanların da sayısı azımsanmayacak kadar fazla. Kendi döngülerini izleyerek zamanlarını geçiren sanatçılarıdan biri de Fransız yönetmen Michel Gondry. Kendisi Björk kliplerinin yönetmeni olarak da biliniyor. ‘ Eternal Sunshine of the spotless mind ’ filmi ile de kendini iyice tanıtmış oldu sanatçı. Kendi tarzını en iyi yansıtan yönetmenlerden biri. İlk görüşte ona ait olduğunu anlayabileceğiniz bir çok başarılı eseri var Gondry’nin. Birkaç örnek durumu daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır. Daft Punk için, iskeletler ve balerinlerin aynı platformu şenlendirdiği ‘Around the World’, The Chemical Brothers için bir kızın zamana karşı gün içinde geçirdiği değişimi anlatan ‘Let Forever Be’ ve ‘Kylie Minogue aynı yerden beş defa geçtiğinde neler yaşanıyor?’ sorusunsalını anlatan ‘Come into my World’ kliblerini çekiyor. Bunlar sanatçının yaklaşımını en net ifade eden çalışmaları. Paradokslara olan bu yaklaşımının nedenini rüyalarından çıkarıyor Michel Gondry. Çektiği kliplerin çoğunu rüyalarındaki hikayelere oturtmayı tercih ediyor. Yatağından kalkıp detayları izleyiciye olduğu gibi sunuyor. Ne iyiyi ne de kötüyü düşünüyor. Varolan durum içinde her ikisinin de bulunacağını biliyor ve bunları ayırmıyor. Her türlü detay düşünülmüş, her karenin daha önceden hesaplanmış olduğunu hissediyorsunuz. Bu kadar şeffaf bir zeka karşısında, balonunu kaçıran kuşa bakan çocuk gibi seyrediyorsunuz çalışmalarını. Jim Carrey, Michel Gondry’nin ‘sürekli düşünen, insanların tam olarak anlayamadığı ve sürekli etrafta dolanan’ insan olduğunu söylüyor. Aynı zamanda imkansız diye bir kelimenin de dağarcığında yer almadığını. Kamerasıyla anlattığı tüm hikayelerde maceraperst ruhunu bir tek soruya yoğunlaştırıyor, ‘Denemeden nasıl bilebilirsin?’. Bu soruyla yola çıkıp istediği neyse onun doğrultusunda ilerliyor, hiçbir şekilde de yolundan sapmıyor. Hayalperest bir idealist!. Sıradan hayaller değil üstüne üstlük. İnsanın büyükbabası dünya dışı seslar çıkaran bir synthesizer hediye ederse tabi gidişatın çümbüşünü tahmin de edebiliyoruz. İlerki yaşlarda ‘Oui Oui’ adında bir de grup kuruyor, daha da ilerleyen yıllarda ise bu gruba klip çekiyor. Hangi sanatsal disipline el atarsa, bir diğerini de mutlaka beraberinde sürüklüyor. Herşeyi üstüste yığmanın bile bir güzelliği olduğunu biliyor Gondry. Onun eserlerini izlerken gelen her görüntü, sonu biraz daha heyecanlı kılıyor. Çünkü hissediyorsunuz, bu görüntülerin bir şeylere yol açacağını ama bunun nasıl olacağını bilmediğinizi hissediyorsunuz. Enterasan bir merak ve son. Godet’i beklerken yaşananları bir de Godet gelirse nasıl yaşanacağını çok iyi betimliyor Gondry. Ve sürpriz son; Godet gelirse eğer herşey başa dönüyor. Muazzam bir dizin seyrediyorsunuz. Hikayelerin başarısı sürükleyiciliği de üst seviyelere çekiyor. Bir klip izlerken dahi kendinizi beyniniz kulağınızdan akmış bir şekilde bulabilirsiniz. Trendeki camdan sabit bir açıyla bakıp, geçen görüntüleri seslerle karıştırabiliyor. Bunu bir de The Chemical Brothers çalarken yapabiliyor. Yüksek performansdaki yüksek uyum sizi olduğunuz yere çiviliyor. Bir yerden atlarcasına içine giriyorsunuz görüntülerin. Hiçbir hareket sizin kontrolünüzde değil, ama biliyorsunuz ki güzel bir son var. Roller coaster’a binmek tam tabiri olabilir bu duygunun. Tamamiyle mekanik, her türlü güvenlik önlemi var ve fakat siz bu yolculukta huzursuzluktan tad alacağınızı biliyorsunuz. Yaratım ve üretim bandındaki her ürüne paradoks deseni seçiyor sanatçı. Hiç bitmeyen bir son olarak da renkleri desene aktarıyor. eserleri hipnoz için kullanılan renkli birer spiral sanki. Bu çalışma tekniğiyle de kafasındakini izleyiciye görsel ve zihinsel bir şölen olarak veriyor. Michel Gondry sizin için tasarlıyor, pişiriyor ve en güzeli, servisini de kendi elleriyle yapıyor. Eğer başka boyutta kaybolacak başka bir Alice daha varsa, kendisi Gondry’nin ellerinde bekliyor.

Pazartesi, Şubat 06, 2006

Body Painting




Elim kaydı, rujum dağıldı, rimelim aktı. Aaa, yeter artık vücutları boyayalım

Çıplaklığın günahlarını boyalarla kalıcı kılan iki sanatçı: Filippo İoco ve Nelly Recchia

Kadınların hepsi az da olsa, yoğun da olsa makyaj yaparlar. Hatta öyle ki doğuştan gelen bir yetenek olduğunu bile söyleyebiliriz. Tabi herkes de güzel makyaj yapıyor demek değil. Bazı günler fondöten alerjimizi nüksettiren Kosinski’nin Boyalı Kuş’larıyla karşılaşsak da, sade ve başarılı makyajlarla estetiğine güzellik katabilen bayanlar da var. Kimileri de var ki, onlar bu işin profesyonel yapısıyla içli dışlı olarak zamanlarını tiyatro kulislerinde, sinema ve televizyon setlerinde kendilerini insanların bedenlerini isteğe bağlı olarak en güzel forma sokmak için çalışıyorlar. İş bu kadarla kalsa gene iyi. Özel efekt stüdyolarında çalışan insanlara kadar uzanıyor makyajın profesyonel dünyası.

Eski Mısır, Eski Yunan ve Roma’da, mistik ritüeller ve seremoniler için kullanılan ‘vücut boyama sanatı’, gün geçtikce kadınların el koymaya başladığı bir yapıya bürünür. Bir bakıma hala kutsal sayılan bu boyalar artık sanatsal değer de kazanmaya başlamıştır ve artık boyalar ‘body painting’in akıntısına kapılmaktadır.

Çoğu kabile kültürünün hala vazgeçilmezlerinden olan vücut boyama, yakın sanat tarihinde farklı bir dünyaya gözlerini açtı. Addam’s Family filminde Wednesday Addams’ın çok kısa bir süre için bu forma girdiğini hepimiz hatırlarız. Çok şaşırtıcı ve dahiyane gelen bu boyama sanatının insan üzerindeki etkisi de ilginç.
Amerika’da bir futbol karşılaşmasının açılışı öncesi düzenlenen organizasyonda vücudunu boyatan modellerden biri de ‘ Çok değişik bir deneyim, tamamen çıplak olmanıza rağmen elbiselerinizin üzerinizde olduğu düşüncesine göre hareket ediyorsunuz’ diyerek açıklamış durumun model yönünden algılanışını.

Sanatçının tarafında ise durum çok daha farklı. Son dönemde ise iki isim dünyayı tam anlamıyla sallamaktalar. Bunlardan biri 68 İsviçre doğumlu İtalyan asıllı Amerikalı sanatçı(!) Filippo İoco, diğeri ise Robert Downey,Jr.’ın ‘Kiss, kiss, Bang, Bang’ filmindeki çalışmalarından anımsayabileceğiniz Nelly Recchia. İkisi de keskin dönüşlerle sanat hayatlarını sürdürmüş, yeteneklerinin farkında olsalar da vücut boyamayı en sona, bir anlamda da en başa bırakmış sanatçılar. Çünkü artık ‘fine art’ denen deneysel boyutlardaki çalışmalarına daha az yer ayırır durumdalar.

Filippo İoco, 17 yaşında güzel kadının hayalini kurmak yerine onu varolandan yaratmaya çalışır. Kendisi toplumsal şartlanmalar ve insanın kültürel bütünlüğünü ‘bozuntuya veren’ durumlardan haz almadığından, çıplaklık onun en önemli silahı. Tabi bir de bunun kamuflajı olarak; kendi değerlerini boyalarla anlatmakta. Henüz Görsel Sanatlar’da okurken reklam dünyası tarafından keşfedilen Filippo İoco, Coca-Cola, Bacardi, Chupa Chups gibi çokuluslu firmalara akıl almaz görsellerle eşlik eder. Bir yandan da moda dergileri için çalışmaya başlayan İoco, kendi çalışmalarını da farklı bir yöne çeker ve ilk boyanmış vücutlar serisini de insanlara sunar. 93 yılındaki çalışmlarından ‘Bleeding Emerald ’ ile başlayan ve 98’deki projelerinden ‘PS38’ ile biten seri: ‘Movement of Color’ sanat camiasındaki yerini daha da sağlamlaştırır. Movement of Color serisi aslında her daim kalıcıdır ve her yeni iş de bu projeye dahildir fakat aynı zamanda fotoğraf sanatçısı olan İoco, bu daimi projeye eş zamanlı bir projede daha yamar. Doğa, moda, hayvanlar üzerindeki çalışmları ‘doğal ortam’larına götürerek fotoğraflarını da çeken Filippo İoco, boyadığı vücutların fotoğraflarından da ‘ Bodies of Color ‘ projesini ortaya çıkarır. Aslında İoco’nun üretkenliğinin zirvede gözler önüne serilen projeleri, hot-couture defilelerindeki performansında yatmakta. Kareografisini de kendinin hazırladığı bu sunumlar 90’lı yılların başından itibaren New York sanat camiasının göz bebeği çalışmaları.

Çıplaklık sanatçıların her zaman üzerinde çalıştığı bir olgu. Sanatçının doğayı algılayışını, onu nasıl görmek istediğini açıklaması için biçilmiş kaftan olarak ele alınan çıplaklık, düşünsel boyutta yaşanan karmaşaları madde biçimiyle karşımıza sunmakta ve sanatçının hayal dünyasıyla bizim gerçekliğimizi sorguladığımız bir platforma çevirmekte algılanan dünyayı. İoco çıplaklığa olan yaklaşımını şöyle özetlemekte: ‘ gerektiğinden fazla giyiniyoruz, bizim ihtiyacımız olan hayal etmektir.’ Sanatçının önüne geçilmez hayallerinin gerçekle yer değiştirmesi, varolmayan bir şizofreniyi desteklemekte. Soyut bir kavramı somuta daldırıp tekrar soyut noktasına çeken sanatçı, gerçekliğin sorgulanmasını ve bunun sonucunda doğru kavramının bir çok yönünü görmemizi sağlamakta.

Bu isteğin yönlendirdiği bir çok sanatçı artık New York sanat camiasının büyüsüne kapılmaktalar. Orda bir sergi açmak ve yer edinmek için sanatçılar bile birbirleriyle yarışmakta. Sanatçıyı bir açıdan zorlayan durumun dışında fakat gene Amerikan sanat camiasının gözbebeği olan, hemen hemen İoco ile aynı rahatsızlıklardan muzdarip Nelly Recchia’da 2001 yılında Fransa’dan kalkıp Los Angeles’a gelir. Makyaj dalında Avrupa’daki tüm ödülleri alan ve sinema sektörünün de aranan dahilerinden olan Nelly Recchia, dil ve felsefe üzerine eğitim alırken kafayı kırar, istediği yöne çevirir dümenini. Yeteneğinin farkında olan Recchia, akademiden ayrılır ve Fransa’da makyaj üzerine eğitim almaya başlar. Bu sırada Alman fetiş dergisi Marquis’nin de görsellerinin yönetmeni olmuştur.

Eğitim sırasında şunu fark eder sanatçı: İnsan vücudu ve boyama sanatının kombinasyonu güçlü bir etkiye sahiptir. Nelly Recchia’nın hayal dünyasını sunacağı yeni çerçeveler de insan bedenidir. Eğitimi sırasında da sürpriz formları insanlara sunan sanatçı, eğitimi biter bitmez film stüdyolarının dikkatini çeker ve Marilyn Manson, Britney Spears, Skinny Puppy, Madonna gibi kendi tarzlarında başarılı müzisyenlerin kliplerinde makyaj takımının başında çalışır, makyaj etkisini göstermektedir. Bir yandan kendi video ve ses enstalasyonları için çalışmalarını sürdüren sanatçı, bitmez enerjisiyle enteresan işlere imzasını atar.

‘Güzellik kavramının sınırlarını belirleyen toplumun tek doğrudan hareket eden genel yapısını kırmak’ için vücut boyamaya verdiği önemi her geçen gün arttıran Recchia, 2005 yılının başlarında tam 13 saat süren bir performansla zirveye bayrağı dikmiştir [Bushido isimli çalışma sanatçının web sitesinde görülebilir.] Uzakdoğu’nun figürleriyle süslü bayan modelin estetiği ve tendeki her parçaya özenle işlenen boyutlarla kahramanımız zorlu bir görevi daha başarıyla tamamlamıştır.

Sanatçının etkilendiği isimlere bakacak olursak, çalışmalarındaki karartının özünü daha rahat görebiliyoruz. İtalyan Barok döneminden Caravaggio ve Bernini, sinema dünyasından David Cronenberg ve David Lynch, müzik dünyasından da Rammstein, Nine Inch Nails ve Björk; Nelly Recchia’nın dünyasının sesleri ve renkleri.

Son dönem sanat camiasının, kendi dallarında, iki önemli ismi Filippo İoco ve Nelly Recchia sene sonuna doğru tempolarını arttırarak festivallere ve stüdyolara gitmeye hazırlanıyorlar. Nelly Recchia şu sıralar eserlerinin toplanacağı bir kitap, web sitesi üzerinden heykel, kartpostal, t-shirt satışı hazırlıklarında. Filippo İoco ise yıl sonundaki performansının koreografisi üzerine çalışmakta. Sanatçıların kişisel web sayfaları ise sürekli yenilenmekte, bu üretken bünyeleri sitelerinden takip edebilirsiniz.



::: http://www.iocoart.com/ ::: ::: http://www.la411.com/Filippo_ioco.cfm :::


::: http://www.nellyrecchia.com/index.php :::