Çarşamba, Nisan 19, 2006

Venetian Snares

Bilindik sesler, bilindik müzik, farklı zaman ve mekan

Kanada’nın soğuğundan mı bilinmez, son yıllarda keskin melodilerin hepsi sarkıtlar halinde üzerimize düşüyor. Karlar kralı Aaron Funk ise uçlarını kütleştirmektense sertleştiriyor.

Olur olmadık bir sürü ses içinden kulağımıza hoş gelenlere öncelik tanıyoruz çoğu zaman. Rahatlattığı, bizi katharsis’inde bulandırdığı için seçiyoruz dinlediklerimizi. Kısa zamanda yoğunluk terleri attırabilecek isimler başucumuzda. Son zamanlarda konuşulan bir durum var önümüzde. Özellikle elektronik müzik yapımı kolaylaştığından ve programlar da fazla imkan tanıdığından insanlar müzik yapımına nerden başalyacaklarını, daha doğrusu nasıl başlayacaklarını unutuyorlar. Belirli kalıplar ve metronomlar üzerinden giden sanatçıların ise düştüğü en büyük handikap bu başlangıç oluyor. Herşey o kadar keskin ve net ki aslında eksik müzik yapılıyor diyebiliriz.

Tik Tak!

Yakın dönem elektronik müzik piyasasına ve yanı başımızda müzik yapan arkadaşlarımıza bakınca hep aynı şeyi görüyoruz. Sanki herşey düzenli olmak zorundaymış gibi açılan pattern’de 4/4’lük, 2/4’lük gibi sabit ritmler ve metronomlar kullanıyorlar. Bu da müziğin doğal yani performans yanını geri plana atıyor. Altta giden düz bir ritm üzerine, gene düz başka ritmlerle süslemeler boy gösteriyor. Bir noktadan sonra da bu tek düzelik çöplük etkisi yaratıyor. “Hep aynı şeyler” diye başımızdan savdığımız, hatta alıp da bir kere dinleyip kenara attığımız bir sürü kayıt var piyasada. Bunların arasından eleme yapmaktan da usanıp eş dost tavsiyesiyle yeni gruplar keşfeder olduk. Eğer ki bu çöplükten işe yarar bi’şey çıkartırsak, değmeyin keyfimize. Biz müziği klişelerden kurtulmak yeni yaklaşımlar görmek için dinlerken bu kalabalık da neyin nesi bilinmez. Bizim aradığımız yenilik ve kişiliğini müziğe yediren gruparlar baş tacı yapılıyor. Bilinen düzeni kırabilen ve içini istediği gibi dolduran Aphex Twin, Autechre, Four Tet gibi gruplar dertlerini en iyi yaşadıkları şekilde anlatıyorlar. Zamanımız düşünülürse çok hızlı bilgi alışı ve verişi bunun sonucunda da bünyede iniş çıkışlar yaşanıyor. Bu sanatçılar da derdini anlattığı dinleyicisine olduğu gibi sunuyor herşeyi. Glitch’ler, vokaller, baslar hepsi görünen ama konuşulmayan dünyanın düzenini yaratıyorlar. Bu post yaklaşımları alan dinleyici de kendine şunu soruyor: “Düzensizliğin düzeni böyle bi’şey olmalı?!..”

Dönemini yansıtan müzik içinde böyle iniş çıkışları net sergileyebilen müzisyenler ise dinleyici nezdinde farklı yerdeler. Dogma sinema gibi dogma müzik de ayrı bir yer tutuyor bu çöplükte. Bu kadar yakınken bilgiye ulaşmak, Kanada’da yaşanan bir çılgınlıktan habersiz olmamız kaçınılmaz. Aaron Funk [ gerçek soyadıdır ] grind core geçmişine sahip bir prodüktör. Venetian Snares’i yaratırken de kafasında hep bu brutal yaklaşımı barındırıyor. Beklentiniz eğer 4/4’lük melodilerse sizi tatmin etmeyecek birisi.Profesyonel anlamda girdiği elektornik dünyasına 1999’dan şu ana kadar 28 ‘korkunç’ albüm ve 12’lik hediye eden biri Aaron. Bir o kadar da toplamalardaki parçaları ve kaset dönemine ait kayıları mevcut.

Sert ve estetik olmayı başarabilen sanatçı, ne yazık ki hiç acımadan kafanızın içine çelikten bir yelek sarabiliyor. Glitch’lerin sonsuz kullanımı sinirlerinizi germeye yetiyor. Bir yandan da dinlediğiniz ve bundan sonra dinleyeceğiniz ‘kusursuz’ kompozisyonları sorgulatıyor. Hiç beklenmedik anda gelen atakları, az önce ele geçirdiği sizin, içinizde yaralar açabiliyor. Tamamen bozunma yaşatan Venetian Snares, anlamsız gelse de binbir duygunun içine sürüklüyor sizi. Tıpkı anında mutluluğu farkedemediğimiz gibi anında da çıkaramıyoruz tadını. Ne zaman ki parça bitiyor işte o zaman bünyenin tüm bu yaşadıklarını özümseyerek anlaması için vakit kalmış oluyor. Bir yıkım ekibinin gelip tüm bildiklerinizi yıkmasına benziyor durum. Öte yandan yıkıp da bırakmıyor, yapıma geçiyor ki işin en can alıcı kısmı da burası. Bir kere başladığı zaman gürültünün ahengi, kendinizi yeni dünyanın oluşumuna bırakmayı en akıllıca tercih olarak görüyorsunuz. Dış dünyadan uzaklaşıp Aaron’un katharsis’ine giriyorsunuz. Dikkat! Duvarlarından beton ellerin fırladığı, zeminin dalgalandığı bir mekandasınız. Lütfen vericinizin ayarıyla oynamayın.

Zamanın kırılma noktası

Beyninizin keskin virajlarını yalayan bir aracın tekerleri gibi aklınızı karıştırıyor. Gerçekten duyduğunuz ses bu. Aaron Funk motoruna biniyor ve Kanada’nın soğuğunu da peşinden sürükleyerek beyninizin de uyanıp tepki vermesini istiyor. İlk uyanışı yaptıktan sonra zaten tüm yollar size çıkıyor. Gürültü diye adlandırılabilecek bir ses sistemine sahip olsa da bu motoru dinlemek keyif vermeye başlıyor. Çünkü sesinden sürekliliği ve yolun uzunluğunu seziyorsunuz. Yavuz Turgul’un Gölge Oyunu adlı Türk filminde bir sahne vardı. Şener Şen ve Şevket Altuğ çalıştıkları pavyondan çıkar, Şen’in sürdüğü keseli bir motorsiklete binerler. Tarlabaşı’ndan aşağı doğru saat sabahın 6’sı 6,5’udur. Sessiz, yorgun ama huzurlu bir akış sezersiniz. Tüm bu yaşadıkları karmaşanın aslında ne kadar da huzurlu olduğunu anlarsınız. Bir damla gerilim yoktur, sadece akıp giden bir süreç vardır. Hiç kimse olumsuz duygular ve öngörüler geliştirmez. İşte Aaron da beyninizi yol haritasına alıp bu sürece çekiyor. Sert ve anlamsız gelse de bu yolda giden aracın çıkardığı sesler sizi canlı tutuyor. Yolculuğa ısındığınız zaman, yola olan konsantreniz sizi ayrı bir zaman dilimine itiyor yavaş yavaş. Kayaların arasından denizlere açılan bir motor sesi duyduğunuz ve siz de üstündesiniz o an. Bir anlık boşluk güvenli ve keyifli bir yolculuğa dönüyor. Keskin yamaçlardan düşen beyni yere ulaşmadan yoluna uçarak devam ediyor. Eğer bir kere bu oyuna kendinizi kaptırıyorsanız, bu oyundan çıkma şansınız da çok az. Çünkü sesler o kadar yakın aralıklarla mikslenmişler ki, beyniniz yaşanan duygu yoğunluğunu çözene kadar siz başka bir ortamda yeniden doğuyorsunuz. Suların içinde uyanmak istemeyen ‘siper’ ego da size en güvenli seçimi yaptırıyor. Ancak bu yolculuk bittiğinde kendinize zaman ayırabiliyorsunuz. O zaman düşünme süreci başlıyor, belki ‘bu da neydi’ deyip geçeceksiniz, belki de ‘bu dünya da nedir’ deyip uzay yolculuğuna çıkacaksınız. Kırılan zamanın içine atlama heyecanı müzik severi çekiyor ve bu tuzağa düşürüyor.

Şu an Planet-µ Records’da bu kadar ağır melodilerle kendini ifade eden Aaron Funk, yakın zamanda ağırlığını uzaklara fırlatabilecek Warp Records’a geçecek. Şu anda beraber çalıştığı insanlar ve yaptığı remikslere bakılacak olursa, Warp tayfasıyla ne tür projelere gireceği merakla beklenmekte. Sert ve keskin glitch’leri ne kadar daha birbirine katıp anlamlı melodiler çıkaracak bilinmese de, kendine yarattığı dünyasında insanlara göstereceği daha bir çok yaratığa sahip olduğu tahmin edilebiliyor. Kulaklarınızı dört açın, gözlerinizi kapatın; cehenneme hoşgeldiniz.


:::
http://www.vsnares.com/ :::
:::
http://myspace.com/venetiansnares :::

Salı, Nisan 04, 2006

Gypsy MIDI Controller






Vücut hareketlerinden müzik yapabilen insanlar görürseniz hiç şaşırmayın ve kendinize şu soruyu sorun; bedenime sarılı bir aletle müziği ve görüntüyü kontrol edebilsem, neler yapardım?

Ritimler içinde kaybolmak keyifli geliyor; müziğin işlediği her ilikte bir titreme her uzuvda bir hareketlenme gerçekleşiyor. Açıyoruz sesini müziğin; dinliyoruz, hopluyoruz, zıplıyoruz. Artık neremize vuruyorsa sesler bedeni ele geçirebildiği andan itibaren enerjimiz bitene kadar dans ediyoruz. Hareket ve ses bütünlüğünü olduğu gibi yaşıyoruz. Bu duyusal senkron ortamına görsel efektler, ışık oyunları da eklenirse, bedenin kendinden geçme ayini için ortam hazırlanmış demektir. Rituel danslar, uzaya bakmalar, notalar arasında kaybolmalar derken kendine de bir dünya yaratmak istemez mi insan? İster elbet. Peki neler yapar bunun için?

Öncelikle açar Tractor gibi bir program kendine bir ‘playlist’ hazırlar, geçişlere bakar, bası tizi ayarlar ki kendini eğlendirsin. İyice kaptırınca bu işe, gidip ekipman almak ister. E onun da kolayı var, maddi imkanlar yettikçe bir bir alet edevat toplanır, miskler yapılır. Bir dönem koca teyplerle kaset miksleyerek geçse de yeni dönemin daha çok ve keyifli seçeneklere ulaşma imkanı vardır. Tabi bu aletlerle miks’de bir yere kadar değil mi? Kişi kendi müziğini kendisi yapmak isteyecek, prodüksiyona bulaşacak. Gidecek programlar alacak bilgisayarına ya da aletler alacak ya da ikisini birden alıp kullanacak. Uğraşıp duracak, bir zaman sonra kendine has tonları yakalayıp kendi parçalarını da yazmış olacak. İş artık hem kendini eğlendirmeye hem de ses algısında yarattığı karakterle insanları eğlendirmeye kadar gidecek. Tüm harmoniyi yakaladığında sanatçı tüm bedeniyle de kendini işine verecek.

Soyut bit’lerin bünye istilası

Tüm bedeniyle kendini işine vermek elbette soyut bir kavram. Ancak sanatçıların asıl derdi yarattıkları eserle bir bütün olabilmek. Bu soyutluktan kurtulmanın en güzel yolu da eserle birlikte hareket edebilme lüksü. Sahne sanatlarında bu bütünlüğü yakalamak pek mümkün. Tiyatroda veya balede karakterinize bürünüp, onu yaşatıyorsunuz . Keza heykelde de kişisel duruşunu net bir somutlukta anlatabiliyorsunuz. Resimde zaten ışık-gölge oyunları ile hayal gücünüzün yettiği yere kadar derdinizi ifade etme özgürlüğünüz var. Ancak tüm bunların yanında, tüm bu sanat dallarından daha da bağımsız ve zaman/performans bazında en etkilisi elektronik müzikte somutlaştırma bütünlükle yaşanamıyor eğer titreşimini hissettiğiniz bir gitara sahip değilseniz ya da burnunuzun dibinde patlayan bir trampet yoksa.

On yılı aşkın süredir vücut hareketleriyle uyumlu mekanizmalar üzerinden teknik ekipmanların kullanımı üzerine çalışan Animazoo firması en nihayetinde bedenden de ses ve görsel kontrolünü sağlamayı başardı. Firmanın yeni ürünü “GYPSY Motion Capture MIDI Controller” vücudunuza taktığınız 2.1 kiloluk bir ekipmanla, adından da anlaşılabileceği gibi, görsel ya da işitsel amaçlı kullandığınız MIDI’nizi kontrol etme imkanı sunuyor. Çalışma prensibine gelince: exo adlı program üzerindeki MIDI’ye bağladığınız aletin çıkışını Logic Audio, Cubase, Live ya da Reason gibi bir programa verebiliyorsunuz. Bu, GypsyMIDI ile gelen exo1.0.7 geçiş programı sayesinde, kullanmakta olduğunuz programda yazdığınız ses ve efektleri vücut hareketlerinizle kontrol edebiliyorsunuz anlamına geliyor. En basitinden Tractor adlı program üzerinde rezonans ve cut’la uyumlu bir geçiş yapmak için sağ kolunuzu omzunuzun üzerinden yavaşça atarken sol kolunuzu onun altından kaldırmaya başladığınızda, istediğiniz geçişlere olanak sağladığını görüyorsunuz. Eğer ki Resolume gibi bir video programına bağlı exo üzerinden programı kullanıyorsanız, gene belirlediğiniz parametreler üzerinden görüntülerde geçişler ve bu geçişlerde efektler kullanabiliyorsunuz.

Biomekanik aşkın cazibesi

90’lar San Francisco dans pistlerinden etkilenerek yola koyulan firma, hem müzik hem de görsel için geliştirdikleri bu üründen önce, 3D animasyon üzerine bir çok ürün çıkartıyor. Film ve bilgisayar oyunlarında da etkili kullanıma sahip ürünlerinin piyasada dolanmasına da birlikte çalıştıkları firmalar ön ayak oluyor. Biomekanik üzerine çalışmalar sürdüren MediaLab – MIT, Toyota Motor, Amerikan Hava Kuvvetleri gibi kurumlar uzun süredir gerçek zamanlı vücut kontrollerini kullanıyorlar. Toyota Motor, ar-ge çalışmalarında robot teknolojisini bu tip ürünlerle geliştirdiğini belirtirken; Atomic Planet ve N-Space gibi oyun firmaları da karakterlerin hareketlerini direk bu ekipmanlar üzerinden kaydederek uzun süren kod yazma aşamasını minimuma indirdiklerini söylüyorlar. Böyle bir iş için geliştirilen aletin teknik imkanlarının insan vücuduyla sınırlı olmasının keyfini sürmek ise akıl almaz bir deneyim oluyor.

GypsyMIDI’yi kullanan prodüktörlerden biri Nikos Kostoglou, geliştirilen ürünün vücut hareketlerini sese dönüştürmesi ve canlı performans kavramının da anlamını genişletmesi hakkında; “ Sahnede bu aleti kullandığınızda bedeniniz armoni olarak müziğe dahil oluyor. Bedeniniz müziğe doğru çekilirken siz de bir yandan müziğin parametreleriyle oynayarak akan zamanın boyutunu değiştiriyorsunuz. Hep bunu yapabilen bir alet hayal etmiştim. İnanılmaz bir icat.” diyor. Bunu demekte haksız da sayılmaz. Aynı anda sağ kolda 27, sol kolda 27 olmak üzere 54 kontrolü değiştirme imkanı veren bir aletimiz var. Bunun üzerine esnek bedenimizi de düşünecek olursak gerçekten inanması zor kombinasyonlara gidiyor aklımız. Öte yandan performans esnasında kontrolleri değiştirme özelliğinin olması, düşündüğünüz her şeyi anında yapabilme rahatlığı sunuyor.

Plastik, alüminyum ve köpük gibi hafif malzemelerden yapılan donanım, şarj edilebilir pilleriyle kesintisiz sekiz saat kullanıma izin vermekte. Öncelikle Macintosh sistemleri için geliştirilen exo adlı programın pc versiyonu da internet sitesinden indirilebiliyor. Sadece bu programla bile binlerce kombinasyona ulaşmanız mümkün. Program dahilindeki klavyeden yazdığınız notalar, geniş ve sürekli yenilenen ses arşiviyle “GYPSY Motion Capture MIDI Controller”, her ne kadar 940 £ olsa da önümüzdeki yıllarda sık sık karşımıza çıkacağa benziyor.

:::
www.sonalog.com :::

:::
www.animazoo.com :::

Multi Touch Screen | Khronos Project



Uzay boşluğundan önünüze düşen kocaman bir ekran görüyorsunuz. Hemen zamanı durdurun, bu aletlerle oynamak için istediğiniz kadar zamanınız var artık

Teknoloji ve insanın birbirine yakınlığı gün geçtikçe artıyor. Yarı insan yarı makine derken hiç aklımıza gelmeyen bir şeyi başardık sayılır. 4.boyut zamandaki bükülmeden yararlanabileceğimiz, zamanı elimizin içinde oynatabileceğimiz makinelerin bulunması ve bu makinelere dokunmak: Sanat, teknoloji, evet, hayır, bir saniye…

Zaman mekan doğrultusunda tartışılan o kadar çok algoritma var ki insanın kafasının karışmaması neredeyse imkansız. Teknolojik gelişmelerin sonucunda bu baş ağrısından kurtulmamız pek de mümkün görünmüyor. Bu dünyevi karmaşadan çıkabilmek için algıladığımız Dünya’nın boyutlarını değiştirebilseydik diyoruz çoğu zaman. Diyoruz da, boyutlar değişince şaşırıp kalıyoruz. Fakat bu boyutları değiştirme işini hep sanatçıların eline bırakıyoruz. İçinde bulunduğumuz bilişim çağında kazanılan ivme de sanata yansıyor. Özellikle görsel sanatlarda farklı yapılanmalar gözlüyoruz. Aklımızın ucunda gezen şeyleri artık yaşatabiliyoruz. Televizyona elinizi sokup ekrandaki görüntüyle oynamanın sıradan bir eğlenceye dönüştüğünü düşünebiliyor musunuz? Ya da gölgenizin kişilik kazanıp sizden kaçması ve ardından üzerinize atlaması?

ASCII kodlar tarih oldu, yeni kodlar yeni sanat

Son dönemde hareketli kontrol ve projektörle yükselişe geçmeye hazırlanan, güncel sanatların geldiği birkaç noktadan biri de izleyiciyle etkileşimli yegane sanat eserleri artık. Bir bez üzerine yansıtılan görüntülerde yaratılan bu teknolojiyi yaratmak da zaman, para ve yaratıcı bir ekiple uzun süreli çalışmalar gerektiriyor. Daha önceleri harflerle ya da simgelerle yapılan görsellerin yazıldığı ASCII kodlarının işlevi, eserde kullanılan programınkilerle aynı işleve denk geliyor. Yazılan sayesinde görseli takip edebiliyorsunuz. Bu işin sanat boyutu getirdiği yenilik açısından tartışmalara neden olacak gibi. Teknik anlamda her kriter yerli yerinde; orijinal bir fikir, onu hayata geçiren bir insan/lar tarafından derdini anlatabilecek bir forma sokuluyor. Ancak olayın mekaniği kodlar üzerinden gidiyor. Görsel şölene dönen bilgisayar diliyle insan temasını sağlayabilen bir sistemi ekranda görmek ve farklı duyularla da hissedebilmek çekici bir deneyim gibi gözüküyor.

Bilgisayar oyunları ortaya çıktığı ilk günden itibaren karakterlerin komutlarla uyumlu çalışması için belirli kodlar yazılıyor. İşin bu kısmı bize tanıdık gelen yanı. Bu tip hissedilebilen renklerin yaratıcılarının neler yapabildiklerini üç boyutlu karakterleri gördüğümüzde daha iyi anlıyoruz. Biz anlamaya başladığımız nokta da ise onlar anlaşılmamak için ellerinden geleni yapıyorlar. Eşi benzeri olmayan bu görsel şölen sistemlerinden biri olan “Mine-Control”u hazırlayan Zachary Booth Simpson, bu eserle dünyanın bir çok yerindeki güncel sanat müzelerini geziyor. 2000’den itibaren üzerinde çalıştığı sistemi geliştiren mine-control ekibinin son çalışmalarından biri; bir bez üzerine yansıtılan görüntü üzerinde elinizle çizim yapma imkanı sunuyor. Bir tek bu olsa gene iyi. İşin en can alıcı kısmı, çizdiğiniz iki boyutlu cismin üzerinde bir noktaya parmağınızı koyup herhangi bir yanından kaydırdığınızda çiziminiz üç boyutlu oluyor ve dönmeye başlıyor. Örneğin bez üzerine bir çöp adam çiziyorsunuz. Bu çöp adamın kafasına parmağınızı koyup sol kolundan çevirirseniz karakteriniz kendi çevresinde dönmeye başlıyor. Objeye kazandırdıkları hareketin sonlanması için parmağınızı karakterinizin kafasından çekmeniz yeterli. Parmağınızı çektiğiniz anda çöp adamınız sistemde kullanılan yazılım sayesinde yer çekimine yenik düşüyor. Diğer bir örnek ise, projektörden yansıtılan bir sürü kelebeği kollarınızı açarak beklemek!? Bir sürü renkli kelebeğin dolaştığı bezin karşısına geçip kollarınızı açarak beklediğinizde, beze yansıyan gölgeniz alınan geri bildirim nedeniyle, gerçek ve yaratılan dünya birleşiyor, bezde kollarınızın üzerine konmuş bir sürü kelebek görüyorsunuz.


Khronos Projector


Bu tip projelerde kullanılan sistem yazılım dışında aynı sayılır. Görselin yansıtılacağı bir alan, bir ya da birkaç projektör ve kamera sistemi. Geri kalanı fikri yaratan ve gerekli programı yazan ekipler arasında ortaya çıkan sınırları olmayan bir örneklendirme süreci oluyor. Zamanı bükmek tabirinin kullanılabileceği bir diğer proje de Alvaro Cassinelli’nin geliştirdiği “Khronos Projector”. Cassinelli, kayıt ettiğimiz zamanı şekillendirebileceğimiz bir yapıyla karşımıza çıkıyor. Zamanın kıvrılması ve kırılması konularındaki köklü çalışmalarının sonucu olarak ortaya çıkan bu projeksiyon sisteminde; ekrana yansıyan görüntünün formunu dokunarak değiştirebiliyorsunuz. Uzay-zaman kavramını sanal bir kutu içine sıkıştırdıktan sonra geliştirdikleri lens sayesinde ekrandaki dokunuşun yoğunluğuna göre kayıtlı görselin formunun üzerine gene aynı görsele ait başka bir zaman dilimini getiriyorlar. Karşıdan karşıya geçen bir insanın görüntüsünü bir küpün içine dağıttığımızı düşünürsek, bizim ekrana ya da beze olan müdahalemiz geri plandaki lensin algoritmayı belirlemesiyle küpü ekseinde çevirmeye başlıyor. Nasıl bir küpü çeviriyorsanız görseli de o şekilde yönlendirebiliyorsunuz. Sabit imaja ne kadar yoğun bir hamle yaparsanız zamanda da o kadar geri kalmış bir açıyı harekete geçirmiş oluyorsunuz. Karşıdan karşıya geçen adam örneğinde olduğu gibi hareketsiz imajın dokunduğunuz noktaları harekete geçiyor ve işaretlediğiniz yerdeki zaman görüntü olarak karşınıza geliyor. Yani bir anlamda hareketli resim denebiliyor. Dokunduğunuz resim karesinin yaşandığı anı görebiliyorsunuz. Bu tip makineler geliştirilir ve kullanılabilecek formlara sokulursa fotoğraf albümlerimizdeki resimlerin bize daha fazla bilgi vereceği kesin. Çektiğimiz bir fotonun içinde yaşayan bir dünya görmek kavramı da mecazlıktan kurtuluyor artık.

3 saniyede 10 parmak hızına çıkan ekranlar

Zamana müdahalenin bir başka boyutu da dokunmatik ekranlar üzerinden geliştirilen sistemler. Uzun süredir varolan dokunmatik ekran teknolojisine yeni bir kullanım alanı yaratan araştırmacı ve yenilikçi bir grup, bu ekranların en büyük problemi olan aynı anda birçok dokunuştan sinyal alamama ve buna bağlı olarak da birden fazla noktadan yürütülmesi gereken işlere cevap verememe sorunsalını ortadan kaldırıyor. Geliştirdikleri 91x61,5 ekran üzerinde istediğiniz programı ara yazılımı sayesinde kullanabiliyorsunuz. Ekran üzerinde işletim sisteminiz Windows ise onu da kontrol edebiliyorsunuz. Kontrolü en net gözlemlediğiniz ortam ise grafik programları oluyor. Seçtiğiniz resmin köşelerinden tutarak içe/dışa hareketlerle yakın-uzak ayarlarını yapabiliyorsunuz. New York Üniversitesi matematik bilimleri fakültesinden Bay Jeff Han tarafından geliştirilen dokunmatik ekranın kullanım alanın genişliği eğlence amaçlı da kullanılabiliyor.Bir çok programla uyumlu çalıştığından bir o kadar da eğlenceli yanları bulunuyor bu ekranın. Kocaman bir oyun makinesine çevirip birkaç kişi aynı anda oyun oynayabiliyorsunuz. Öte yandan arcade makinelerinde oynama keyfini yaşayabiliyorsunuz da. Sonuç olarak, yeni teknolojilerin getirdiği boyutlar yaratım ve üretim sürecini hızlandırdığı gibi, kullanım alanlarını geniş tutup teknolojik ürün sayısını azaltıyorlar. Uzay-zaman kavramı üzerine giden “sanatçı”lar da boyutlar arası geçiş kapılarını olabildiğine canlı tutmaya çalışıyorlar. Gelecek teknolojisinin sınırı olmadığını bu günden görmek aklımızı çelmeye yetebiliyor. Evet, biz de istiyoruz bu oyuncaklardan.